İnsan kendi başına bir yasadır,bir yazgı, bir zorunluluktur. (Putların Alacakaranlığında, Friedrich Wilhelm Nietzsche)
İnsani ihtiyaçlardan soyutlanmak mümkün olsaydı eğer, kusursuzluğumuzun keyfine varabilirdik miydik? Eğer sevişmek istemeseydik hiç, su içmek sadece keyfimizin bir getirisi olsaydı veya uyumak salt düşüncelerimizi susturma ihtiyacından doğsaydı eğer biz kim olurduk? Daha doğrusu kontrol tamamen bizde olur muydu? Bedenin sinyallerinden azade olmak için ruhu bedenden ayırmak lüzum olmasaydı eğer yüceliğimizin tasdiki beğenimize hizmet eder miydi? Ölümden sonraki hayat, ruhu bedenden kurtardığı için mi ahir? O halde vücudun içine hapsolmamış her durum ruh için cennet vaat etmez mi? Ki yeryüzünde cenneti aramaya çalışmak kadar nafile bir uğraş göremiyorum. Özgürlük bir şehir efsanesi. Hayat, saatleri doldurmaya çalışmakla geçiyor. Duyulmak adına seslerimizi feda ediyoruz. İnsan dediğimiz varlık kendini alçaltma güdüsüyle dolmuş, doluyor her yaş aldığında. Her bir yaşta memnuniyet kalkanı giydiriliyor, her bir yaşta o kalkanın ağırlığıyla ezilmeyi bir meziyet haline getirmeye alışıyor. Düşüncelerinden arınmak adına lüzumsuz uğraşlar ediniyor kendine. Yaşamayı katlanılır vaziyette tutmak adına, kullanılmışlığını unutmak adına, duyulmak adına, adının parlaması adına; uğraşlar dünyasında çabalamayı, terfi eder gibi memnunluk maskesiyle sırtlanıyor.
Bugün bilgisayarımı açtığımda, virüs tanıma programım bana güzel bir ikazda bulundu "Cihazınız bütünüyle kontrolünüz altında değil." Vahiy almışçasına bulutlarım gün ışığına teslim oldu bu ikaz nedeniyle. İnsan bütünüyle kontrol edemiyor kendini. Peki ya hiç su içmek, sevişmek, dışkılamak, ağrı çekmek durumunda kalmasaydık? İhtiyaç giderme ihtiyacı ortadan kaybolduğunda, dış görünüşümüzle değil, beyinlerimizle dolansaydık etrafta? Ne yazık ki yersiz kurgular içindeyim. Asla bozulmayacak bir sistemin çarklarına çomak sokmak niyetiyle yazmaya başlamıştım oysaki. Daha da dürüst olursam kendime bir mezar taşı yaratmak için başlamıştım yazmaya. Silinemeyecek bir iz bırakmak için. Bu lüzumsuz uğraş düşüncelerimi duyurmak adına da değildi. Bu uğraş benim çöplüğüm. Beynimi susturmamayı seçtiğim için, uykularım beni terk etmeye başladığından beri, gecelerim uzadığımdan beri, günün yirmi saatini uyanık geçirdiğimden beri. Rüyalarımda da düşünmeye devam etttiğimi keşfettiğimden beri. Burası düşüncelerim için bir çöplük. Bir bedene hapsolmadığım ama esaretimi kelimelerin boyundurluğuna vermeyi seçtiğim, mezar taşımı ortasına diktiğim çöplüğüm. İnsanı ihtiyaçlarımı kapı dışarı edebildiğim bir mabet bu. Yargılayabildiğim, hadsizliğimi kusabildiğim, az buçuk uzaklaşabilidiğim bir mabet. Yüceliğimi belki de biraz bulabildiğim bir yer. Sanal alemdeki basit bir adres o kadar. Ne yazık ki şimdi su içmem gerekiyor. Ve sudan bile nefret ediyorum, bana artık faniliğimi ve esaretimi hatırlatıyor.