Bir boşluk üzerine yaşıyoruz. Ve kendime bu boşluğun üzerinde nasıl yaşadığımızı soruyorum. Kesinlikle hiçbir şey bilmiyoruz. Her fabrika bu boşluğu konforlu hale getirmek için kuruluyor. Konuşuyoruz, giyiniyoruz, işe gidiyoruz. Ve bunun nasıl mümkün olduğunu anlayamıyorum. Üstelik yüce bir consensus ile anlamsızlık içinde bilmeden yaşamayı kabullenmemiz bekleniyor. Varoluşsal olsun kimilerine göre ilahi, temel bilgilere haiz olmadan yaşamamız gerekiyor. Yani insanın statüsü ne, etrafımızda ne oluyor, neden oluyor, olmam ne anlama geliyor? Soruların hepsini şaşkınlık ve rahatsızlıkla karşılıyorum. Belki de şaşkınlık göstermemeliyim.
Her akademi bu cehaletin üstüne uzmanlaşıyor. Bilgi türevleyen her mekan anlamsızlığın üstüne uzmanlaşan profesörlerle doluyor. Ionesco'nun da dediği gibi "Kaderinin farkında olan bir adam, hatta başkalarıyla karşılaştırıldığına üstünlükleri bulunan kişi, hiçbir şey bilmemeyi kabul edemez." Kendini bu cevapsız sorulardan kurtarmak için edebiyatla süslüyor. Hatta anlamsızlık üzerine tahsil yapıyor. Sartre gibi, Spinoza gibi. Hiçbir şey bilmemeyi kabul edemeyen kişiler, cehaletleri üzerine uzmanlaşıyor. Peki bu dünyada ne halt ediyoruz? Tahayyül edilebilir olmayandan sanat, düşünce, teoriler ve hatta bir yaşam üretiyoruz. Fabrikasyon yaşamlar dayatıyoruz. Bir cevap bulma ümidi olmadan kendimizi sorgulamak yerine konuşuyoruz.
Çırılçıplak soyununca Neandertal insanla aynı şeyleri yapıyoruz. En uzak akrabamız olan insansı şey kendine dair ne biliyorsa onun kadar biliyoruz gerçekliğimizi. Fakat yine sırf yapabildiğimiz için yapıyoruz her şeyi. Hayat olağan akışı içerisinde bütün hengamesiyle devam ediyor. Hiçbir şey bilmiyoruz. Bilemiyoruz. Eksistensiyaller gibi hayatın kendisinde bir anlamın bulunmadığına kanaat getirdim. Fakat onlar bile hayatta bir değer, bir anlam oluşturulabileceğine dair kuramlarıyla insanın en nihayetinde anlamlı bir hayat kurabileceğine inanıyorlar. Fakat onca okumam ve kafa yormam sonucu hayata atfettiğimiz yapay anlamların ya da karakterimiz ve toplumun harmanlanmasıyla edindiğimiz tesadüfi değerlerin; asli bir manası bulunmayan hayatı daha manalı kılmaya gücünün yetmediğini düşünmeye başladım.