2 Kasım 2025 Pazar

Şiir hiç sevmem

 Ey anılar, benim anılarım

Ne çıkar azıcık yaklaşsam size Bir deniz kıyısını, bahçeli Küçük bir evi ya da Sözgelimi bir yaz tatilini Şöyle bir yedeğime alıp da Yaklaşsam yanınıza Ey bir kır yolu, pembe bir bulut Bir yağmur sonrası, bir günbatımı Geri vermez misiniz bana Bir yüzün her şeyden önce belli belirsizliğini Sonra da belki daha yakından Bir duruşu, bir durgunluğu ve Ne bileyim işte kısa bir dalgınlığı Ardından Sessizlikle kuşatılmış o tanıdık sözleri Ve hattâ bir sarılışı O içten öpüşleri Bilmem ki Geri vermez misiniz bana.

1 Şubat 2025 Cumartesi

Ölüm iki gün öncesine kadar beni hiç korkutmazdı. Hatta ölebilme fikrini rahatlatıcı bulurdum Cioran gibi. Bir acil çıkış merdiveni, akıl hastanesi ve ailemin evi gibi görürdüm. Sonsuz bir rahatlık, sınırsız bir boşluk olduğunu düşünürdüm. Fakat çok sevdiğim birinin ani ölümü sonrasında bütün paradigmam sarsıldı. Geleceğimi sigortaladığım, sırtımı yasladığım birinin yok oluşu ile birlikte boşlukta asılı kaldım. Ani ölümden korkar oldum. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Hayalini kurmayı beceremediğim geleceğimin bütün rizikolarını üstlenen ve onun benim için kurduğu hayale inandığım ve beni uğraştan kurtaran o kişinin yokluğu ile kendi geleceğimin rast geleliğiyle yine baş başa kaldım. İlk defa başıma gelecekleri bir üçüncü kişiye emanet etmiştim. 

Hayat artık o kadar da naif değil. 

14 Ekim 2024 Pazartesi


 İktidara başkaldırmak saçma bir ifadedir. Kötü yönetime karşı çıkmak kibirliliktir. Fakirleri, eğitimsiz küçük çocukları, kadınları, Afrika'daki açları önemsemek hadsizliktir. Dünya varoluşundan beri Tiran üstüne kurtarıcı, hastalık üstüne bereket, fırtına sonrası güneşi her zaman göstermiştir. Sizin yaşam sürenize kötü iktidarlar, darbeler, salgınlar, krizler gelmişse bu birkaç kişinin suçu değildir. Kötü bir yönetimin suçu değildir. Evet onları sevmeyebiliriz ama onlara baş kaldırmaya çalışmak nafile bir çabadır. Size böylesi denk geldi diye dünya rayından çıkmış demek değildir. Çocuğunuz o tiranı büyük ihtimal ile görmeyecek bile, belki de görebilir. Ama hiçbir şey sonsuza kadar süremez. Davranmasından farklı davranabilmesi beklenmeyen birini davranışından yine de sorumlu tutabilir miyiz? Bir diğer ifadeyle, kötü, kötülük yapmazsa, konuşacak, dertlerin için sorumlu tutacağın bir özne nasıl bulacaksın? Sen sadece şanssızsın. Farklı bir zaman aralığında doğmalıydın.
Acaba kendim ile yıllardır çok meşgul olduğum için mi kendime olan ilgimi kaybettim. Babaannem bir kere aynaya uzun uzadıya bakarsam en sonunda sadece gözlerin sana ilginç gelecektir demişti. Haklı, ama gözlerime bile o kadar uzun uzadıya baktımki, artık sadece arkasında hiçbir şey olmayan iki cam görüyorum. Gözlerim bile çok sıkıcı, sıkıcı, sıcak kahverengi. Bazen sırf bu sıkıcılığı yok etmek için bağımlılıklarıma sığınıyorum. En azından kırmızı renge bakmak içimde kendime karşı bir yabancılık uyandırıyor. Peki kırmızıdan da sıkılınca ne olacak? Sizlerin yüzleri de sizlere sıkıcı geliyor mu? Özel olan hiçbir şeyin olmaması, insana dair özel hiçbir şeyin olmaması bütün varlıkların canını sıkıyor mu? Gelişmiş bir hayvan olduğunu bilmek, vücudun her parçasının hayatta kalmak, kendine ait her parçanın sırf daha da varolabilmek için değiştiğini bilmek herkesin canını sıkıyor mu? En fenası da bir gün toprağın altında solucanların akşam yemeği olacağını bilmek.Leşimizi aslanlar bile yemiyor. Belki de böceklerden bu yüzden bu kadar korkuyorum.

6 Ekim 2024 Pazar

Bu hafta falcıya gittim. Bu yaşımda, son aylarda beni en mutlu eden insanın bir falcı olması çok zavallı olduğumu mu gösterir? Kendimi hiç öyle hissetmiyorum ama  öylesine bir ümitsizlikle mutlu olmayı öğrenmişim ki bana sunduğu umut parçaları beni çok mu çok doyurdu. Her türlü duyguyu, mutluluk, mutsuzluk, hayalkırılklığı, özgürlük, hepsini ama hepsini son aylarda tatmış olsam da ümit etmeyi unuttuğumu fark ettirdi bana. Ümit etmeye acıkmışım. Beklentisizlik içinde öyle uyuşturulmuş bir özgürlük yaşıyordum ki şimdi o halime nasıl dönebileceğimi düşünüyorum. Aslında memnundum. Memnun olmaya da devam ederdim. Şimdi bütün kurgum bozuldu. Şimdi Godot'yu bekliyorum.
Zaten hayat hep bir bekleyiş. Dünyadayım ve bunun bir çaresi yok. 

29 Eylül 2024 Pazar

"Ben kırk yıl boyunca tek bir adamı sevdim, Asım hepsi benim suçum muydu? Tek bir adamın matemini sırtımda taşıdım. 40 yıl boyunca. " (İlk Aşk filminden)

 Sorun unutma yanılgısını taşımak. Unuttuğumuzu sandığımız her şey bugün büründüğümüz insana teşekkül etti. Ama hiç mi hiç değişmedik aslında. Aynaya bakmak, uzunca bir süre bakmak bu yüzden ürkütücü. Taşıdığımız beden ruhtan izinsiz her deforme oluşunda, her çizikte, her buruşmada, her sarkmada ruhu yüzü üstü bırakıyor. İzinsizce bu yaralıyor ruhu. İzinsizce sabote ediyor secayasını. Başta hep unutma yanılgısı ile rahatlayıp sonra asla unutamayacağına emin bir mutsuzlukla uyanmak lanet mi? Oysa ki hepsi onun suçuydu. Bir nostaljiye takılı kalmak, nostaljiyi yaratmak ve her gün tekrar yaşatmak; bırakmak ve takılı kalmak. Hikayeyi her şeyi üçüncü şahıs olarak yaratmaya, yaratırken kendini oynamaya devam ederken hepsini baştan görüp kabul ederken, hepsi onun suçuydu. En büyük korkusunu kendi kurgulaması, yapayalnız bir anıyı tekrar tekrar yaşaması kendi küçük cehenneminde, yaratıcı rolüne geçip yapayalnız kalmasıydı.

16 Mart 2022 Çarşamba

Baudelaire Üzerine Okumaların Okumaları

Uyuma bıkkınlığı, uyanma bıkkınlığı dayanılmaz hale geldiği için öldürüyorum kendimi; başkalarına yararsız, kendime tehlikeli olduğum için öldürüyorum” (s.342)

“Baudelaire 'in sözünü ettiği yolculuklar hep düşsel yolculuklardır. Çünkü o'na göre, gerçek yolculuklar hiçbir şeyi değiştirememektedir. Dünya her yerde aynı dünya, insan her yerde aynı insan ve iç sıkıntısı her yerde adım adım izlemekte insanı. Yolculukta her aşama aynalarla dolu bir oda gibi insan ruhunun aşağılıklarını yansıtmakta ve insan sefaleti ile birlikte seyahat etmektedir. İnsanlar seyahatlerden bir şeyler umarlar hep. Oysa Baudelaire 'in beklediği hiçbir şey yoktur gerçek seyahatlerden.''( Sunel, 1978: 96)

Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun. Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, “saat kaç” deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: “sarhoş olma saatidir". Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz." ( s.85)

Öne Çıkan Yayın

"Sessizce kendi kendime konuştum, alaycı bir tavırla başımı omzuma dayadım. Ne diye tasa çekiyordum sanki : ne tıkınacağımı, ne içeceği...