18 Mayıs 2017 Perşembe

Riyakar

"Herhangi bir maske takmadığımızda, her arkadaşımız için farklı bir yüzümüzün olduğunun bilincindeyizdir. " – Oliver Wendell Holmes

Riyakarlık, Osmanlıcada münafıklıkla aynı anlama gelir. Yani bizim yabancı olarak bildiğimiz bir sözcük aslında ikiyüzlülükle eşdeğer manada. Dilin albenisi de burada gizli. Karşımızdakinin bizden saklı -yabancı- kalan ahvaline ikiyüzlülük diyoruz. Oysa hiçbir insan tek yüzlü olamaz. İnsan diğer yüzlerine bile yabancıyken çoğu zaman, neden on farklı yüzü olabileceğini düşünmüyor? Bizler o kadar da basit yaratıklar değiliz. Zira insan neden dosdoğru, tek yüzlü olmak zorunda? Üç boyutlu alemde tek yüzlü olmak meziyet mi?  Schopenhauer'un dediği gibi insan istediğini isteyemez, çoğu zaman istediğini de olamaz ama neden istediğince davranınca riyakar ilan edilir? Elimizde olan nadir arafetlerden 'davranmak'.
 On, on beş yüzüyle tanışmış, onları kendinde özümlemiş bir fert, kendinde bulduğu renklerden feragat edip, neden tek bir renge yönelmek durumunda? Birine ikiyüzlü derken şunları unutuyoruz; her insanın birbiriyle etkileşimi farklıdır. İstediğimiz etkileşimi bulamadıysak bunu diğer bir timsale yüklemekten ziyade bazen iki insanın birbiri için doğru frekansta olmadığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü aslında başkalarına ikiyüzlü oldukları için değil, bize ondan beklediğimiz yüzü sunmayınca kızıyoruz. Bu yüzden karşındakinin başkasıyla olan münasebetini kendimiz için de isteyemeyiz. Zira her insan diğer bir insanla farklı yüzlerinden biriyle tanışır. Etkileşim sayıca arttıkça yeni yüzler kazanırız. Yeni bir iletişim çeşidi keşfederiz. Riyakarlık yani ikiyüzlülük kavramı benim gözümde tam bu açıdan bitiyor. İkiyüzlülük normal bir insanı tanımlamak için az bile. Her birimiz onlarca yüzlerle geçiyoruz kaldırımlardan. Her yüzün ahvali bir başka kişiyle oluşuyor. Her yeni yüz yeni bir ilişkiye gebe. Her yeni yüz tecrübeye bir artı, düşünce açılarımıza da yeni bir perspektif sunmakta. Tabi ki insanın belli başlı prensipleri, genel bir oturmuşluğu vardır. Ama daha kendini idrak etme şansını gösterememişken, secayasını bir kutu, bir yüz içine sığdırma uğraşına girmemelidir. Önemli olan bir yüzünü tamamiyle tanımak ve o tek yüzden emin olmak değildir, o zaman maskeni tanımış olursun. Çünkü benlik asla tamamlanamaz ve emin olunamaz. Önemli olan neye dönüşmek istemediğini bilmektir. Bizi asıl şeri huylardan koruyan da o olacaktır.

"Kendimiz iyi olamıyoruz ve başkalarının iyiliğini küçük görmek için onlara reklamcı, hayır dua avcısı, hatta riyakâr diyoruz" . (İçimizdeki Şeytan)

3 Mayıs 2017 Çarşamba

İkarus

Zaman geçmekte, zaman gecikmekte, zaman düşmekte. Zaman bitmekte ama zaman bitmez gözükmekte gözüme. İzafiyet devinimini durmadan bedenim üzerimde sürdürmekte ama ne yarar kurtulmaya çalışmak, zamana mani müessir güçlerim olmadıkça. Yalan da olsa teslim oldum üstümden akıp geçen yahut beni sürükleyen bu sonsuz gelecek zamana. Ama sürüklenen bir toz gibi değil, çabamla sürükleniyorum, düşüncelerimle, tasalarımla. Çünkü onun yerine mutluluk denen seyyaleye teslim olup kandırmayacaktım kendimi. Arayışlarımıza son veren ve  kolay elde edilen yegane duygudur mutluluk. Ki mutluluk için salt varolanları izlemek kafidir. Kendinizden alçak bir seviyede varsaymak geri kalanı yeterlidir. Cemil Meriç'in de dediği gibi bahtiyarlığın ilk adımı yürüyen bilinmeyenlere duyulan acımadır. Bu acıma kendimizi gelişmekten alıkoyan salt belki de en elzem ahvali oluşturur. Yeterince yukarıdan bakınca insanlara, bedenimize mutluluk arafet olur, bu arafet kibirin önünü açar. Kibir de gelişmenin, yücelmenin ebediyetten beri düşmanı değil midir? Peki ya bitmekte olan zamana karşı gelişmeye çalışmak akıl karı mıdır? Öyledir, ama neden bilmiyorum. Yücelmek niçin önemlidir? Yok olana kadar dönmeye devam edecek yerkürede bir anıt bırakmak için mi gereklidir? Bilginlik taslamak hoşumuza gideceği için mi? Saygınlık için mi? Gelişip gerçeğe muvaffak olmak niçin elzem kimilerimiz için? Bir kısım kendi kurmacalarını gerçeklik diye yaşarken, kibriyle boğulmuş olanlar gerçekliği yarattıkları zanı içindeyken, başlarımızı eğip aramaya devam etmenin karı ne? Yararı ne bilinmeyen büyük mükafatın peşinde görünmezi oynamanın? Öte yandan da gerçeğe ulaşınca bir yarara ihtiyacım kalmayacağını hissediyorum. Belki de bu yüzden beynimi patlatana kadar doldurma uğraşım. Ama belki de arada bir bardaktaki suların dökülmesi gerekiyordur. Gerçeğe, o salt, yıkılmaz gerçeğe ulaşma hayaliyle güneşe uçan İkarus gibi kendi infazımı mı yakınlaştırıyorum? Ama gerçek bir ihtimaldir. Ve biliyorum ki bir ihtimal varsa koşmaya mecalimiz her daim olmalı. Bir ihtimal varsa, gerçekten bir şeyin gerçek olduğunu kanıtlamak için, koşmaya devam etmeli. Bir ihtimal varsa gerçek bir şey hissetmeye, bilmeye, solumaya, kavramaya, öğrenmeye; gerçeklik ihtimali dışındaki bütün anları, hisleri geride bırakabilecek iradeye sahip olmalıyım. Çünkü insan daima bir yalanın peşinde, dayatma bir hayalin peşinde veyahut başkasının hayali peşinde koşmaya adayacaksa ömrünü; sanal bir gerçeklikle yetinecekse, düşlerinde görmeyi bile unutacaksa tekliğini ve bütünleyiciliğini, kendine mezar edinsin yeryüzünü; müstehak ona.

"Gerçek, tek başına, ona gerektiği kadar değer vermeyenlerden kendini soyutlayarak aranır yalnızca."
Doktor Jivago, Boris Pastemak (Sayfa 14 - Yapı Kredi Yayınları - 3. Baskı - 2017)


Öne Çıkan Yayın

"Sessizce kendi kendime konuştum, alaycı bir tavırla başımı omzuma dayadım. Ne diye tasa çekiyordum sanki : ne tıkınacağımı, ne içeceği...